Narköy

Camın Şiirsel Doğasında

18 Nisan 1996'da, Türkiye'nin dört bir yanındaki okul bahçelerinde yerini alan beton asfaltlardan birinin üzerine bir çocuk düştü. O sırada öğretmen olan Nardane Kuşçu, not defterine şöyle yazdı: “Eğitim veren bir organik çiftlik kuracağım.” Bu notu 2002 yılında, dileği nihayet meyve verinceye dek yanında taşıdı. Bu rüyayı gerçeğe dönüştürmek adına kendisini motive eden şeyin adaletsizlik olduğunu söylüyor ve ekliyor; “Yalnızca sınavlardaki başarıya odaklanan ve öğretmenlerin öğrencilerini birer birey olarak görmelerini engelleyip, onları hakları olan molalardan, oynayıp toprağa düşmekten, kendilerini öğrenmek ve iyileştirmekten alıkoyan bir sisteminin yarattığı adaletsizlik...”

words: Feride Yalav-Heckeroth

photography: credit: Elif Savari Kızıl

Narköy'ün hikayesi Nardane Kuşçu'nun gözlerinin önünde bir çocuğun düşmesi ile başladı.

Mert’in cam konusundaki yeteneği ve bizim form ve renklere olan düşkünlüğümüz, oldukça verimli bir hafta geçirmemizi sağladı. O haftanın sonunda bu işi yapmaya devam etmek ve insanlarla paylaşmak istediğimizi biliyorduk.” 


Camın değişken doğasıyla uyumlu, tesadüflere izin verilerek el işçiliğiyle şekillendirilmiş her biri birbirinden farklı Suna K familyası mensupları, mütevazı güzelliklerinin ardında sihirli güçler de barındırıyor. İlhamını, alışılagelene başkaldıran 80’li yılların tasarım ekolü Memphis’ten alan bu tasarımların hikayesini markanın yaratıcısı Aslı Altay ile konuştuk.

El işçiliği, hayal gücü ve işlevsellik üçgeninde tasarımlarınızın yapılış süreci, hikayesi ve ortaya çıkan ürünün fonksiyonelliği hakkında neler söyleyebilirsiniz? 

Suna K karakterleri kağıt üstünde başlıyor; seriler, akrabalıklar hayal ediyoruz. Her parça biricik, istesek bile tıpkısını yapmamız neredeyse imkansız; çünkü kalıp kullanmıyoruz. Hepsi üfleme ve el işçiliğiyle üretiliyor. Üretimlerimiz çeşitli seriler etrafında gerçekleşiyor. Adını suna yani ördek familyasından alan ya da Kemna dediğimiz yatay çanaklar şeklinde farklı serilere odaklanıyoruz. Aynı klana ait parçalar üretiyoruz. Örneğin “palindrom” serisi, ilhamını tersten okunuşu da aynı olan sözcüklerden alıyor. Dolayısıyla palindrom parçalar baş aşağı kullanılabiliyor, simetriyle cilveleşiyoruz. Fonksiyonellik ise ayrı bir konu; çeşitli kase formlarının bir şekilde işlevsel olduğunu söyleyebiliriz ama aslında bulundukları ortamları dönüştürmeleri en büyük işlevleri.

 

İnsanlar artık evlerinde, ardında bir hikaye barındıran tasarımlara yer vermek istiyor. Siz tasarımlarınızla aranızda nasıl bir bağ kuruyorsunuz?

Tasarlarken kullanıcının onu ne şekilde konumlandırmasını hayal ediyorsunuz? Doğruyu söylemek gerekirse, ilk başlarda bu parçalardan ayrılmak zor geliyordu. Hatta “sahiplendirmek” olarak adlandırıyorduk. Dediğiniz gibi hepsi biricik, hepsi birer karakter. Hikayeleri var, mizah anlayışları var. Öte yandan bir de yaşadığımız dünyanın gerçeği var; bir tıkla ertesi gün kapımızda bitiveren karton kutular, birbirine benzeyen evler, hayal kurdurmayan mekanlar… Suna K, sınırlı sayıda üretim imkanı, camın pahalı bir malzeme olması ve bizim niyetimizin de bu anlamlarda büyümek olmaması nedeniyle az sayıda üretiliyor ve her daim “erişilebilir” olmayabiliyor. Bunlar daha ziyade koleksiyon nesnesi gibi. O niyetle alan insanlara daha çok hitap ediyor. 

 

Camın bundan 3600 yıl öncesine Mezopotamya’ya uzanan, Antik Mısır ve Roma uygarlıklarıyla evrilen köklü bir tarihi var. Tasarımlarınızda camın geçmişine dair hangi referanslar saklı? 

Cam bir yandan endüstriyel olarak ilerlese de, zanaat ve atölye üretimi olarak baktığımda aşağı yukarı aynı yöntemlerle ve prensiplerle üretiliyor. Bu kadim bilginin, ateşle boğuşmanın, camın hareketine odaklanmanın kendiliğinden getirdiği olağanüstü bir deneyim söz konusu. 

 

İtalyan tasarımcı Ettore Sottsass’ın Memphis akımı dahilinde 1962’de yapmaya başladığı seramik totem heykeller, Suna K tasarımlarına ilham verdi mi? Üst üste farklı renk ve formların bir araya geldiği tasarımlarınızın felsefesinde “totem” olgusu var mı? 

Daha önce de bahsettiğim gibi Sottsass bizim için hep önemliydi; hatta Anadolu’ya gelmiş olsa ne yapardı diye soruyorduk. Öte yandan Suna K kendisi bir karakter ve zaman içinde aldığı yön ve biçim de kendisine ait olacaktır. Totem ve sunak bir derecede yakın işlevler barındırıyor, bizim için her parçanın istiflenen birimlerden oluşması önemliydi. Her istif kendi çelişkilerini ve uyumlarını getirip o bahsettiğim enerjiye katkıda bulunuyor.