İçsel Yolculuğa Açılan Yeni Arayışlar
Doğaya karşı duyduğumuz özlemi gün geçtikçe daha derinden hissediyoruz. Özellikle metropollerde yaşayanlar için her anlamda yüzleşilen yoğunluk, pandeminin ağırlığıyla birleşince derinlerde bizi hep gıdıklayan bazı arayışları gün yüzüne çıkardı: İyileşme (healing). Üstelik bu arayış ilk akla geldiği gibi bir hastalık sonrası iyileşmeye de işaret etmiyor sadece. Ruhen, meditatif bir arayış... Önceleri de sıklıkla düşündüğüm iyileşme, özellikle karantina günlerinde yerini tasarımla, mimariyle, peyzajla iyileşmenin mümkün olup olmayacağı sorularına bıraktı yerini. Mekansal tasarımların terapatik özellikleri, bu anlamda bir cevap olarak görülebilir.
İyileşmenin mümkün kılınabilmesi için yalnızca bir noktaya odaklanmadan bütün duyguların tetiklendiği tasarımları düşünmek gerekiyor. Aktif katılıma da olanak tanıyan çözümler, bedenen iyileşmeyi ruhsal iyileşmeyle birleştirebiliyor. Üstelik bu çözümleri ufak dokunuşlarla evlerimizde sağlamak mümkün. Örneğin aromaterapi, esansiyel yağlar ve kokularla birlikte koku duygusuna odaklanırken adeta doğanın içerisinden alınan bir nefesi mümkün kılıyor. Aromatik ve tıbbi bitkiler bu anlamda mutfaklarda dahi kullanılmaya başlandı. Saksıda yetiştirmesi çok kolay olan nane, biberiye, fesleğen, reyhan gibi bitkiler koku duygusuna hitap ederken aktif katılımı da mümkün kılıyor. Nitekim dalından bir parça koparıp yemeklere eklenebiliyor ve yetiştirdiğin bir bitkiyi kendi pişirdiğin bir yemekte kullanmak içsel bir hazzı da beraberinde getiriyor.
Kapalı mekanların terapatik tasarımları da iyileşme için olumlu bir etki sunabiliyor. Klasik açıklıklar yerine peyzaja açılan bir pencere, boş duvarlar yerine kişiselleştirilmiş yüzeyler, yaşayan balkonlar mekansal kaliteyi arttırıyor. Öte yandan doğal tonlarda boyanmış yüzeyler veya ahşap, hasır ve dokuma kumaşlarla sağlanan dekoratif çözümler yapaylığı kırarak bir nebze de olsa doğaya özgü dokunuşları mekanlara taşıyor. Bunun belki de bir diğer nedeni mekanlara yaşanmışlık hissini aktarmaları; çünkü iyileşme bir bakıma sübjektif ve içsel bir yolculuk. Bu nedenle mekanla kurulan bağın gücü arttıkça, ruhsal ve fiziksel iyileşme de o kadar güçlü oluyor. Kent ortamından bir anda kırsal peyzaja, bir köye, bir bağ evine gidince hissedilen o pozitif duygunun nedeni de bu aslında. Doğanın varlığı ve yapma pratiğindeki geleneksel biçimler ve doğal malzemeler, buralardaki yaşanmışlığı tüm gücüyle hissettiriyor.
Salutojeni, iyileşme temelli tasarımlarda karşımıza çıkan, yeni gelişen bir başka konsept. İlk olarak akademisyen ve sosyolog Aaron Antonovsky’nin ortaya attığı kavram, etimolojik olarak Latince’de sağlık anlamına gelen salus ve Yunanca’da merkez anlamına gelen genesis kelimesinden geliyor (salutogenesis).
Antonovsky’nin “iyileşme temelli” olarak tanımladığı yaklaşım, temelde fiziksel ve ruhen bir iyileşmeye işaret ederken pek çok disiplinde de kendine kullanım alanı buluyor. Tasarım ve mimarlık disiplinleri özelinde bakıldığında, tasarlanan salutojenik mekanların kullanıcının fiziksel yani bedenen iyileşmesi, manevi yani ruhen de bu iyileşmeyi desteklemesi amaçlanır. Doğayı içine alan tasarımlar, bu anlamda salutojenik etkisi daha güçlü tasarımlar olarak karşımıza çıkar. Özellikle peyzajla birlikte şekillenen, onu içine alan ve dengeli bir şekilde peyzaja açılan tasarımlar, doğayı mekansal tasarıma taşıdığı için başka sözler söylemeye başlar. Daha doğal renkler ve malzemeler, işlevsel kullanımlar, bitkisel dokularla birlikte kullanıcının içinde bir şeyler tetikler. Mekan, artık salt bir mekan olmaktan çıkar ve belki de kültürel kodlarımızda gömülü olan doğaya özlemi tetikleyerek bir “yer”e dönüşür.
Olumlu anılarla birlikte zenginleştirilen “yer”lerde salutojeni etkisi kendini tamamen görünür kılar ve tasarımla birlikte iyileşme başlar. Üstelik bu iyileşme kendini sadece insan merkezli de göstermemeye başlar; çünkü tasarımın biricikliği, yalnızca mekanın tasarlanmasını içermez, doğal çevreye de hoşgörülü bir müdahaleyi, onu olduğu gibi kabul etmeyi ve onunla birlikte varolmayı gerekli kılar.
DIVOOE ZEIN Architects’in Tayvan’ın başkenti Taipei’de tasarladığı Siu Siu - Lab of Primitive Senses, tam da bu noktada karşımıza çıkan bir proje. Tropikal iklimin hakim olduğu ve Alpin Ormanları’nın tipik bitki örtüsünü oluşturduğu adada tasarlanan bu mekan, eğimli bir tepede konumlanıyor. İnsanoğlunun doğadaki ilkel alışkanlıklarını ve duygularını odak noktasına alan proje, kentsel mekan ve doğal orman arasında bir atölye alanı. Doğanın öğretici gücüne dair aslen bir araştırma süreciyle ortaya çıkan ilkel duyguların mekanı, işleyişi açısından da işbirlikçi bir ortam sunuyor. Siu Siu’da düzenlenen etkinlikler; botanik uzmanları, geleneksel ilaç araştırmacıları, iklim değişikliği uzmanları, spiritüel uzmanlar, aborjinler ve yoga eğitmenlerinin katılımıyla gerçekleşiyor.
Atölye yapısı, doğal çevreyle iç içe bir strüktür. Opak, yarı şeffaf ve şeffaf yüzeyleriyle, gün ışığını çeşitli kırılmalarla yarı açık, açık ve kapalı mekanlara davet ediyor. Işık oyunlarıyla beslenen bu farklı mekanlar kimi zaman bahçeye açılıyor, üretim mekanları sunuyor ve hissetmeyi, duymayı, dinlenmeyi deneyimlenebilir kılıyor. Atölyenin ana strüktürüne sekiz metre yüksekliğinde ve 20 metre uzunluğunda bir kabuk eklemleniyor. Kabuğun tasarımında, Tayvan’ın kültürel tarım peyzajlarında yer alan geleneksel olarak ağ örgüsü şeklindeki ince örtülerle kurulan strüktürlerden ilham alınmış. Atölyeye eklenen bu kabuk, iç ve dış mekan arasında yeni bir alan oluşturarak yapının havalandırılmasına, yarı gölgelikli alanların oluşmasına ve rüzgar kontrolüne olanak tanıyor. Doğal bitki örtüsünü oluşturan ağaçlar ise yer yer bu ara mekandan gökyüzüne doğru uzanarak mekansal iyileşmenin tarifini veriyor.
Siu Siu, ziyaretçilerin doğanın içerisinde kendileriyle başbaşa kalmalarını sağlarken doğaya kulak vermelerini, ondan öğrenmelerini ve onunla hissetmelerini mümkün kılıyor; yeni bir iyileşme reçetesi uyguluyor. Temiz hava, doğal pratikler, toprağı kültürleme, meditasyon gibi bedensel aktivitelerle birlikte atölye yapısı, fiziksel ve manevi iyileşmeye yönelik salutojenik bir mekan tasarımı sunuyor. Spiritüel yolculuğa, manevi ve fiziksel iyileşmeye doğru bir koridor gibi çalışan Siu Siu, yerin ruhunu merkezine alarak ziyaretçilere yerel coğrafyanın kokularını, tropikal iklime özgü bitki örtüsünün dokularını, ağustos böceklerinin seslerini sunuyor.